Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

26 Eylül 2017 Salı

Bu Yaz Ne Yaptığınızı Biliyorum

Benim yaşıtlarımın iyi bileceği bir başlık. “Geçen Yaz Ne Yaptığını Biliyorum”, “Geçen Yaz Ne Yaptığını Hala Biliyorum” şeklinde devam eden ve neredeyse bütün yaz televizyonda yayınlanan gerilim filmi serisi.

Şimdi zaten herkes herkesin ne yaptığını biliyor. Şeffaf yaşamayanlarınkini ise bilemiyoruz o ayrı. Tercih meselesi olduğundan elbette ki kimsenin kimseyi yargılamaya hakkı yok, bu yazı da öyle bir yazı değil. Aksine belki de kendini şeffaflaştırma yazısı.

Genel olarak yaz nasıl geçmiş? Bir göl varmış mesela, gitmeyen kalmamış oraya. Düğünler dernekler. Yaz gelince düğünsüz derneksiz olmuyor. Evlilik teklifleri. Ramazan, iftar sofraları, bolca dualar, Kurban’la gelen bazı et fotoğrafları. Saçını değiştirenler, sevgilisinden ayrılanlar, yeni biriyle tanışanlar, aşkını ilana edenler, evlilik yıldönümleri, çocuk doğumları, işe girenler, işten çıkanlar, ev değiştirenler, üniversite kazananlar. Hayatta neler oluyorsa işte, benim “timeline”ıma yansıyanlar. Bir de bence yansımaması gerekenler var, Hacc fotoğrafları gibi. Ama o ayrı bir yazı konusu olarak şöyle bir yerde dursun.

Ben ne yaptım onu yazayım istedim biraz. Bir yangın yerinin ortasında kaldıktan sonra farkındalıklar oluşturmaya başladım kendime mesela. Öyle bir yazmak istedim, belki sizin de işinize yarar.
Kendimi çevreci belgeseller izlemeye verdikten sonra kimyasallarla savaşa girdim. Bir süredir “ya bu deterjan, yumuşatıcı bu kadar zaman nasıl hala kokuyor” sorumun ne kadar doğru olduğunu kavrayıp evden tüm temizlik malzemelerini defettim. Ev güzel koksun diye ne kadar zehir varsa oraya buraya sürdüğümüzü fark ettim. “Ne yapıyorsun?” diyebilirsiniz, “Ne yani temizlik için ne kullanıyorsun?” Ekolojik olanları. Lüks tüketim gibi gelebilir ilk okunduğunda ama değil, çok uygun fiyatlı şeyler bulabilirsiniz. Hem kendinize zarar vermezsiniz böylece, hem de doğaya daha saygılı olabilirsiniz. Evde de yapabilirsiniz, internetten biraz bakarsanız tariflere rastlayacaksınız. Hiçbir şey olmuyorsa Arap sabunu kullanabilirsiniz. “Iyyy Arap sabunu mu?” diyebilirsiniz, ben de öyle diyordum, artık demiyorum. Evinizde yok çam, yok leylak, yok okyanus kokusu salan şeylerin içeriğine bir bakmanızı tavsiye ediyorum.

Kozmetik konusunda henüz vazgeçemediğim bir iki şey dışında aynı yolu izledim. Krem, diş macunu değiştirdim. Makyaj yapmaya çok meraklı olmadığım halde makyaj malzemesi ve parfüm konusunu henüz halledemediğimi utanarak söylemeliyim.

Diğer yandan mutfak tüketim alışkanlıklarında yaptığım değişiklikleri biraz daha geliştirmeyi başardım. Uzun süredir yoğurt mayalıyordum, o alıp yediğiniz yoğurt, yoğurt değil, söyleyelim. Tuhaf bir şey olabilir ancak o. Endüstriyel tavuktan uzaklaşalı, “ya bir güzel tavuk bulup yesem” diyeli epey oluyor. Hayır vejeteryan değilim, ve üzgünüm ki olmaya niyetli de değilim.

Çalışma sebebi ile vakit bulup pazara gidemediğimden genellikle ve bir de bu ara sık yaşamış olduğum sağlık sorunlarından anne baba desteğiyle taze sebze ve meyveye daha ulaşabilir olmaya başladım. Özellikle özen göstermeye çalışıyorum. Market yerine, pazarı tercih ediyorum. “Aaaa, pazara mı gidiyorsun” diyenlere “evet, gidiyorum, arabam da var hem de” diyerek cevap veriyorum ve pazara gitmenin neden yadırganacak bir şey olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. Lakin bu insanların “evde yemek mi yapıyorsun?” sorusu sorduklarını düşününce bu soru normal kalabiliyor tabii.  

İnternetten de alıyorum, üreticiden tüketiciye satış yapan ve çok taze sebze, meyve gönderen siteler de mevcut. Ve bir de herkesin sahip olamayacağı iki güzel arkadaşım var. Hiç üstüne vazife değilken arada geçerken bahçesinde yetiştirdiği meyvelerden ve güzel tavuklarının yumurtalarından bana bırakan Seyfi. Malatya’dan bilumum meyve kurusu taşıyan Sabine. Daha bir de sebze kurularım gelecek Fadime teyzemin kendi kuruttuğu. Teyzemin köyden yolladıklarını unutmamam gerek. Eşimin amcasının taşıdığı balı ve pekmezi de. Bizim böyle eş dost yok diyorsanız, demeyin, emin olun ulaşacağınız yer bulursunuz. Mesela nohut ve fasulyenizi Ovacık Belediyesi’nden alabilirsiniz, hem köylüye destek olursunuz hem de çocukların okumasına katkı sağlarsınız.

Benim gibi reçel seviyorsanız, dışarıdan almaktansa evde yapabilirsiniz. Gözünüzde büyüdü değil mi? Reçel yapmak mı? Benim de büyüyordu, “ay onunla mı uğraşacağım” diyordum. Çok fazla zamanınızı almayacağına emin olabilirsiniz, bir deneyin. Bir şey üretmenin ne kadar keyifli olduğunu keşfedeceksiniz. Başarısız olabilirsiniz, ama yine deneyin. Karşılaşacağınız en kötü sonuç sulu olması olabilir, yoğurda katar yersiniz, böylece meyveli yoğurt yaparsınız seviyorsanız. Olmadı tatlının içine koyarsınız. Ziyan etmek yerine, değerlendirmenin keyfini yaşarsınız. Çöpe attığımız o kadar şey var ki, ziyan olan. Oysa attığımız şey sadece o attığımız değil, emek, hem de kaç kişinin. Bunu düşünürseniz gerçekten içiniz sızlar. Küflenen ekmekleri atıyorsunuz değil mi? Kırıntı yapın cama koyun, kuşlar yesin, kafanızı çevirince onları görüp sevinebilirsiniz. Haa, “cama pisliyorlar ya” diyorsanız, siz zaten tüm söylediklerimi boşverin.

Turşu seviyorsanız, turşunuzu da yapmayı önereyim. Evet evet, bildiğiniz kış hazırlığı yapıyoruz yani, hani eskiden hayat bilgisi kitaplarında olduğu gibi. İlk denemem olan turşum henüz olmayı bekliyor, nasıl bir sonuçla karşılaşacağımı henüz bilmiyorum. Sabır eğitimi sayılır, kendisini bir ay bekleyeceğim, sonra kavuşacağız birbirimize. Beklemek… Ne zor bir kelime değil mi, günümüz dünyası için. “Marketten alırım ya” diyebilirsiniz, evet alabilirsiniz. Ancak sadece turşu değil, pek çok ıvır zıvır da almış olursunuz onunla birlikte. “Ayy bu da organik teyze olmuş” deyip dalga geçebilirsiniz, önemli değil, ben de dalga geçiyorum kendimle.

Bunlara nasıl zaman buluyorsun diyebilirsiniz. Bu yaz zamandan bol çok az şeyim oldu diyebilirim. O da bana bunları öğretti. Ama zamanımın daha kısıtlı olduğu zamanlarda da yapabileceğimi  gösterdi. Film izlerken bir yandan yapabilirsiniz çünkü bunları, ya da kafanızı dağıtmak için de. Ya da alışveriş merkezinde aylak aylak gezdiğiniz zamanları buna ayırabilirsiniz. Gerçekten ürettiğinizi görmek keyif verecek.

Şimdi bir de salça tarifi bekliyor olabilirsiniz. O kadara girmedim henüz, annemin yaptıklarını tüketiyorum. Ama sıcaklarda içmek için meyve suyu tarifi verebilirim. Yumuşamaya başlayan, yiyemeyeceğiniz meyveleri atın tencereye kaynatın, ben şeker koymuyorum, isterseniz koyun, süzün için. Bu kadar. Evet içimde bir Derya Baykal büyüttüm bu yaz.

Evde çiçek bakmaktan çok haz etmezdim ama evde geçirmek zorunda kaldığım uzun zamanlar olunca annem elinde üç beş saksı ile gelip balkona dizdi, “al renkli renkli bakarsın” diyerek. Sevdim kendilerini, mevsimlik olanlar bana veda etti ama diğerleriyle birlikteyiz. En çok cüce narı seviyorum galiba, iki tane meyvesi var şimdi. İşlevsel olarak nane var, salataya koymak için güzel oluyor. Baktınız canınız koymak istemiyor o zaman kurutup ufalıyorsunuz, kuru nane olarak size hizmet vermeye devam ediyor, diyorum ya işlevsel. Bir de çok acı çıkmış olan küçük biberlerim var, acı sevmeme rağmen bana bile acı geliyorlar, oldukça babama veriyorum.

Ve son olarak şimdiye kadar yapmadığım şeyi artık yapıyorum ve çöplerimi ayırıyorum. Doğa için yapabileceğiniz en basit şey. Bunu yaptığınızda aslında ne kadar az çöp çıkardığınızı fark edeceksiniz. Dönüşüm konusunda camları kumbaraya atma hassasiyetim uzun zamandır olmasına rağmen, diğerlerine bu kadar hassas davranmamıştım. Biraz da arkadaşım Yeşim sayesinde “e ben de yapayım bari” diyerek başladım. Bu da dönüşür, bu da dönüşür… E neredeyse herşey dönüşür. Suların pet şişeleri, bu kadar ekoloji vs dediğim halde sigara içtiğim için sigara kutuları, yumurta kapları, plastik poşetler, kese kağıtları, paketli gıda almamaya özen göstermeye çalışsam da her yerimiz bunlarla sarılı olduğu için elbet yakalandığımız ambalajlar, koliler. Esas çöpleri saysak belki daha rahat.

Sistemin sevmeyeceği insan olmaya çalışıyorum, hatta çalışıyoruz, eşimle birlikte. Aslında tam manasıyla ideal tüketici olmamıştık zaten ikimiz de hiçbir zaman. En dayanamadığım tüketim şeker, çikolata ve tatlıydı sanırım ama tedavi sırasında onlardan da uzak kalınca kendi tariflerimi oluşturmaya başladım alternatif olarak, şeker koymadan tatlı yapma çalışmalarım çok iddialı olmasa da fena gitmiyor gibi.

Tüketim halkasının olabildiğince dışına atmaya çalışıyoruz kendimizi, elbette zorunlu ihtiyaçlar için bunlar geçerli değil. Ben bazı şeyleri frenlemekte zorlanıyor olsam da şu soruyu sormayı öğrendim, “gerçekten gerekli mi?” Özellikle giyim konusunda. Beni kendime getiren True Cost isimli bir belgeseldi. Neye ortak olduğumu görmek beni derinden sarstı ve “hayır bunun parçası olmamalıyım” dedim. İlla ki birşeyler alacaksam da bunu yapanlardan almamalıyım.

Bunları söylüyor ama falanca şey giyiyor ya da yiyor diyebilirsiniz. Doğru. Ama her şey bir anda düzelmiyor. Lakin hayat pratiklerimizde yaptığımız bazı değişiklikler küçük de olsa en başta size, sonra başkalarının hayatında belki farklılık ve farkındalık oluşturuyor.

Ben yapsam ne değişir diyebilirsiniz, siz yapsanız çok şey değişir.

Ha bu arada, içsel seyahatim sırasında sanırım yazım sizden iyi geçmiş (evet tamamen kıskandığımdan söylüyor da olabilirim, gezemedim diye hasetlenmiş olabilirim belki). Şaka canım. Planladığım gibi olmasa da bir iki küçük seyahat yapabildim, iyi olduğum zamanlarda. Plan demişken, hayat planlarımızı alıp kafamıza vuruyor bazen. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder