Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

6 Ekim 2017 Cuma

Türkiye'de Medya ve Din Çalışmalarını Yeniden Düşünmek

Türkiye’de medya ve din çalışmaları bir zamandır sürüyor. Belki elzem ihtiyaçlardan biri de bu çalışmalarla ilgili bir bibliyografya hazırlanmasını sağlamak, şu an elimizde böyle bir çalışma mevcut değil. Öncesinde yapılan çalışmalar olmakla birlikte yaklaşık 3-4 yıldır medya ve din alanında çalışmaların yaygınlaştığını gözlem yöntemi ile söyleyebilmek mümkün.

Çeşitli toplantılar, yapılan bazı yayınlar, bazı sivil toplum kuruluşlarının ilgisi konuyu daha tartışılır bir duruma getirdi. Medya ve din konusunun akademi çatısı altında tartışılmaya başlanması, lisansüstü tezlerin yapılması, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Medya ve Din Sempozyumu’nun yapılması, son olarak Erciyes Üniversitesi’nde Medya ve Din Araştırma Merkezi’nin kurulması akademide çalışma alanının belirlenmesi adına atılmış adımlar.

Medya ve din konusunun akademide tartışılmasının nedenleri arasında başka tespitlerde de bulunmak mümkün ve hatta bulunmalıyız da. Sosyal medya kullanımının artık gündelik hayatın bir parçası olması ve bireylerin inançlarıyla ilgili paylaşımlarda bulunması ya da ibadetleri için bazı uygulamaları kullanması gibi davranışları da konunun ilgi uyandırma nedenlerinden biri. Ancak en önemli unsurun Türkiye’deki siyasi konjonktür değişimi olduğu tespitini bir yere koymak gerekli. Akademide bitmek bilmeyen “cadı avı”nın bir kez de 28 Şubat’ta yaşandığı dönemde çok az insan medya ve din konusu üzerine çalışmayı düşünmüştür. Sonrasında gelişen olaylardan günümüze gelene kadar ise akademinin kırmızı çizgileri değişmiş ve konu daha tartışmaya müsait bir ortam yakalamıştır. Bu müsait ortamın yakalanışı akademik özgürlüğün ilerlediği anlamına elbette gelmez, sadece bir paradigma değişikliğidir. Lakin bu değişen paradigma yıllardır tartışılması ve konuşulması gereken bir akademik alanın kapılarını aralamıştır. Konunun yurt dışında uzunca zamandır çalışıldığı ve artık kurumsal hale geldiği aşikardır.

Medya ve din çalışmaları, akademik perspektiften bakıldığında disiplinlerarası bir alandır. Geleneği açısından bakıldığında iletişim bilimi alanı birçok bilim alanı ile temasta olan bir alan. Medya kavramına din de eklenince ilahiyat da dahil oluyor. Yani konu ne sadece iletişimcileri ne de ilahiyatçıları ilgilendiriyor. O halde birlikte çalışmak, fikir alışverişi yapmak zorunluluğu ortaya çıkıyor. Medyanın dini kavramları yanlış kullanmasını eleştiren bir ilahiyatçı yaptığı eleştiride iletişim alanına ilişkin bir kavramı hatalı olarak kullanabilir ve kullanıyor. Bir iletişim bilimcinin de elbette yıllarını ilahiyat alanına vermiş bir akademisyenin bilgisine sahip olması mümkün olmayacaktır. Bir bilim alanının diğer alana ilişkin kavramlara hakim olması günümüzün “uzmanlık” dünyasında gerekli görülmüyor olsa da bu alanla ilgili çalışanların bir üst dil belirlemesi açısından durum önem arz ediyor. Ortaya konulan çalışmaların gerçekten bir yaraya merhem olması, topluma faydalı olması arzu ediliyorsa disiplinlerarası ortak çalışmalar yapmanın gerekliliği ortaya çıkıyor. Medya ve din konusu tartışılmaya başlandığı zamandan beri medyanın, dini bilgiye hakim olan kişilerden danışmanlık alması önerilen başlıklardan biri haline geldi. Bu öneri öncelikle, iki taraflı olarak akademi içinde benimsenmeli. Ortak çalışmalar yapılmasa bile –ki yapılması zorunlu görünmekte- çalışmalardan diğer alanlardan destek almak gerekliliği ortaya çıkıyor. Akademinin medyaya ve din kurumlarına önerdiğini öncelikle kendisi yapmalı.

Diğer yandan medya ve din tartışmaları ağırlıklı olarak bir noktaya saplanmış olarak duruyor. Temsil bunların en başında geliyor. İletişim çalışmaları denildiği zaman temsil konusu önemli çalışma alanlarından birini oluşturur. Din, cinsiyet, sosyal sınıf vs konularında uluslararası literatürde temsil araştırmaları yapılmış ve yapılmaktadır. Türkiye’de medyada dinin nasıl temsil edildiği elbette önemli sorunsallardan biridir ve bir araştırmayı hak etmektedir. Bir araştırma projesi ve ekibi ile (ve elbette bunun için bütçe gerekmektedir) geniş çapta bir araştırmanın yapılması önemlidir. Alana ilişkin yapılan çalışmalar olsa da çoğu daha dar bir kapsama sahiptir. Ana resmi görebilmek adına geniş ve güncel bir çalışmanın yapılması önem taşımaktadır.

İnternette basit bir arama yapıldığında dahi karşımıza çıkan uluslararası literatürün sadece başlıklarına göz gezdirildiğinde bile ne kadar farklı boyutlarla konunun ele alındığı görülmektedir. Her toplumun yapısı ve bilgi ihtiyaçları elbette farklıdır ancak medya ve din alanı özellikle sosyal medya ile birlikte pek çok tartışma alanı sunmaktadır. Konunun farklı boyutlara açılması, farklı alanlarda tartışılması bir gerekliliktir. Diğer bir gereklilik ise medya ve din çalışmalarındaki din boyutunun sadece Sünni-İslam çizgisinde oluşmasıdır. Pek çok dine evsahipliği yapmasıyla övünülen Anadolu’da yaşayan ve aynı şekilde temsil edilen/edilmeyen inançlar medya ve din konusunda yapılan tartışmalarda yer almayı hak etmektedir. Bu konu ile ilgili çalışan bir akademisyen imamın, bir bir filmde kötü karakter olarak gösterilmesini örneklerken Hristiyanlar için önemli olan ‘kutsal kase’ye atıf yapan bir komedi filmini de eleştirmemeli midir? Türkiye medyası üzerine tartışma yapılıyor ise yanlış temsil edilenler kadar hiç temsil edilmeyenler de tartışılmayı hak etmektedir.

Bilimin toplumsal bir fayda üretmesi açısından yapıldığını düşünüyorsak uluslararası medyada yıllardır olumsuz temsil edilen ve IŞİD ile birlikte tırmanışa geçen İslam imajının nasıl sunulduğuna ilişkin bir araştırmayı yapmak için medya ve din alanında çalışanlar bir araya gelebilmelidir. Sorunu ortaya koymadan çözüm yolları üretilemeyecektir. Tartışmalarda, konuşmalarda, beyanlarda dile getiriliyor olsa da bilimsel yayına dönüşmediği sürece akademik alan açısından anlam taşımayacağını hatırlatmak yersiz olacaktır.

Sonuç olarak, Türkiye’de başlamış olan medya ve din alanındaki çalışmaların tartışılabilir olması öncelikli olarak önemli bir adımdır. Ancak gerçek sorunları tespit ederek özellikle kolektif çalışmalara ağırlık verilmesi gerekliliği ortadadır, zira asıl sorunu ortaya koyabilecek çalışmalar geniş kapsamlı ve bireysel yapılması mümkün olmayan çalışmalardır. Alanın tartışılmaya başlandığı ilk zamandaki tespitlerin üzerine artık yenilerini eklemek ve çalışma sınırlarını genişletmek bir yaraya merhem olabilmek için gereklilik olarak durmaktadır. 

* Bu yazı http://islamvemedya.com/haberler/24-manset/594-medya-ve-din-calismalarini-yeniden-dusunmek.html'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder