Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Hadi Albümlere Bakalım...


Benim çocukluğumun ve yaşı bana denk olanların çocukluk döneminde ritüelleri vardı misafirlikte ilgili. Eve misafir geleceği zaman her yer bir güzel aklanır, paklanır, kıymetle saklanan misafir tabakları, çay bardakları özenle hayatımıza girerdi dört beş saatliğine. Normalde ellenmeyecek olan ve bizden bir camla ayrılan tabaklar, bardaklar… Yemek ya da hamur işi binbir zahmetle yapılırdı.

Bazı evlerde oturma odası ve salon iki ayrı kavramdı. Salon girilmesi yasaklı bölgeydi. Anneanne ve babaanne evine has olan salon kavramı, emlakçı deyimiyle bir oda bir salon olan evimizi ilgilendirmezdi. Zira salon denen yer bizim ev için herşeydi. Fakat anneannede ve babaannede hep kapısı kapalı salon her zaman çok çekiciydi ve boşluk anında birden içeriye giriliverirdi.

Misafirliğin esas önemli anı ise aile albümlerinin vitrinin raflarından çıkarılıp gösterilmesiydi. Fotoğraflar büyük bir özenle yerleştirilirdi albüme. Çocular albümü ayrı, akrabalar albümü ayrı olurdu. Fotoğraflar yerleştirilirken kronolojik sıralama vazgeçilmezlerdendi. Ne neyin öncesine, ne sonraya konulacak uzun uğraşlar sonucu belirlenirdi. O zamanlar sayılı çekilen fotoğrafların herbirinin ayrı bir değeri vardı ve yetinmek bilinirdi. Tatil için, doğum günü için ya da her ne için ise bir tane film alınır ve çok gerekmedikçe başka kullanılmazdı. Film bittikten sonra fotoğraflar merakla beklenir ve yine ailece törensel bir havada fotoğraflara tek tek bakılır, yorumlanırdı.

Misafire gösterilecek ve gösterilmeyecek fotoğraflar önemli ayrım noktalarındandı. Anne denetim sistemiyle fotoğraflar buna göre ayrıştırılırdı. Mahremi ihlal edebileceği düşünülen fotoğraflar ayrı ve herkese gösterilmeyecek bir albümde yerini alırdı.

Albüme sığmayan fotoğraflar ise herşey değerlendirilmelidir düsturuna uygun olarak bitmiş çikolata kutularının içinde yerini alırdı. Daha başka kutular ise dikiş kutusu olarak evde ikametlerine devam ederdi.

Peki ya şimdi? Benim evimde albüm yok. Harici bir bellek içinde belleğimdeki anılar. Fotoğraf zamanı saklamaksa artık basılı kağıtlarda değil, fotoğrafın kendisi gibi dijital ortamlarda saklı. Misafir derseniz zaten çok gelmiyor, kapı çaldığında tuhaf tuhaf birbirimize bakar haldeyiz. Fotoğraf çekerken sayı hesabı yapmıyoruz, kartımız dolana kadar basıyoruz deklanşöre ya da telefonumuzun tuşuna.

Fotoğrafları mı? Çoğu zaman dönüp bakmıyoruz bile…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder